Yazarlar-Konular

BÜTÜN SESSİZLİKLERİ EZBERLEYİNCE

Gülden Mahmut

Kıyılarında kısık sesle şarkılar söyleyerek ilerlediğin bir sahil

kasabasında, konuk olduğun bir eski göçer evinde karşılar seni yer

ocağı.

Toroslar’ da zeytinlere alabenlerin düştüğü vakit; toprak damlı bir

evin başköşesinde, yer açan ilk önce yine o oluverir sana. Yer

ocağı…

Bulutları yeryüzüne seren Toroslu bilge anaların dost meclisinde

ağırlandığınız en kutsal yer yine; yer ocağı.

Dağ diplerindeki ak evlerin, sonbaharla hemhal olduğu

yamaçlarda, sizi sonsuz bir sessizlikte dinleyen, duyan, duyumsayan

yine; yer ocağı.

Kalıörenin yollarında eşeğinin semerine yemini yiyeceğini;

diğerine de torunu Oruç’u atıp; yamaçlara düşen Gökçe Kadın’ın

yeryüzünü güneşli bir tebessümle selamladığı kutsal ateşin

kıvılcımlandığı yer ocağı…

Anadolu’mun kuş uçmaz kervan geçmez diyarlarında; sedirlerin,

ardıçların, kavakların ince titrek uçlarına düşüveren, ilk onun

sıcaklığıdır yine. Sukunetle yükselir bulutsuz göğe; isli paslı türküler

eşliğinde.

Karadeniz yaylalarında yoksul kon evlerin masalında;

başköşededir çoğunda.

Diyarbakır ovasında masmavi alfabelerden doğan çocukların

ısındığı ana kucağıdır yer ocağı. Dengbejlerin destanlarına karışır

yoksulluk türküleriyle.

Eruhlu bir kürt köyünde, Harput’ta göğe yükselen bir ince

minarede; Erzurum’da bir dadaşın kırklama çayına eşlik eder yer

ocağı. Tezek tüter seccadesine bin duayla eğilen nenelerimin

akşamları Van gölünün kıyılarında. Feqîyê Teyran dile gelir tüm

yeryüzü şarkılarında tatlı bir sıcaklıkla ve göğe yükselir binbir kuş bir

ocağın tüten bacasından.

Egede defne dallarıyla tutuşan ilk yazların, sunak taşlarında yaban

çiçekleriyle dans eden genç kızların; buğdayların kaynadığı bozkırlı

kara kazanların, Toroslarda pekmeze dönüşen harnupların, dutların;

lezzetine bin dem lettez daha katan odur; yer ocağı.

Benim Anadolum’ da, nasırlı türkülerle tütününü saran, oklavanın

yuvarlandığı yerden torununu, torbasını yaşamı doyuran Toroslu

bilge anaların; nenelerimin ve dedelerimin dilinden dökülür şiir şiir,

mısra mısra yer ocağı. Güneşte pekleşmiş türkü kıvamında, yağlığı

işlemeli gün kıvamında, Atamın sözü deyimi olarak aktarılır

geleceğe. Ol sebeple; ‘’Kucağı dolu olanın, ocağı yanar önce. Sen

dost kazan, düşman ocağın başından çıkar sonra.’’ Soyunu devam

ettirecek olan kara giyitli adamların dilinden dökülmeye devam eder

gider sonra. ‘’Ocağı tütmek; Ocağını yeşertmek…’’ Kargışlarla

devam ede gider sonra türlü türlü anlamları giyip üzerine. Ocağı

sönmek; Ocağı kör kalmak; Ocağı batmak; Ne od var ne ocak;

(Birinin) ocağına incir (darı) dikmek (ekmek); (Birinin) ocağına

düşmek

Zamanında Ermeni, Rum, Tahtacı ustalarca evin köşesine

ısınmak, aşını pişirmek, sağılı sütünü kaynatmak, suyunu ısıtmak

için yapılıveren yer ocakları; aynı zamanda, ısınma barınma içinde

kullanılan en önemli mekandı. Uzun kış sohbetlerinin kırıntı

sofralarıyla bir zamanlar şenliğe dönüştüğü yerdi orası. Başköşede

büyüklerce önemli sorunların dinlendiği, akıl danışılıp çözümler

üretildiği, hasadın beklenip, umut devşirildiği; kız alıp, oğlan

everildiği, asker eylenip, bebek belendiği; ıstara düşlerin dizildiği

yerdi yer ocağı.

Yüreğe düşen ilk ışık, toprağa düşen ilk ter, tohumu çatlatan ilk

sıcaklık, sevdanın suskunlukla boy verdiği Toros dağlarında yaşı

geçkin ardıçların, kızılçam, sedir, kavakların, göğü yüreğine gömmüş

karaçamların altında; bir tahtacı elinden budak budak atılıp geceyi

ısıtıp; karanlığı aydınlatan yerdi yer ocağı… Kahvehane, cafeterya,

lokanta görevini üstlenmekteydi tamamen… İnsanlığın varoluşuyla

denkti yaşı. Bugün ateş pek çok kültürde kutsal sayılırken, ezoterik

öğretilerde insanla özdeşleştirilmiş hatta ışığının bedeni, ısısının ise

ruhu olduğu düşünülmüştür. Anadoluda sabahleyin başkasına ateş

verenin ocağının söneceğine, ateş verenin evinin bereketinin alana

geçeceğine inanılmaktadır. Ateş çeşitli uygarlıklarda tanrılaştırılmış

olup, Bybloslu Phlonun Fenike yaratılış söylencesinde Genos ve

Geneanın üç çocuğundan birisi olarak görülmüştür. O ateşin

yuvasıydı yer ocağı.

Birlik beraberlik, eşitliğin noktasıdır yegane. Dertlerin sevinçlerin,

hüzünlerin demlendiği hamken piştiği pişerken olgunlaştığı yerdir

yoksulun sofrasında. Seyyidlere ad olandır. ilk burada çözülür

bebelerin ak kundağı, adı müjdelenir kulağa. ilk burada kesilir sözler;

yemen işli bohçalar eşliğinde…

Sessizliğin çarptığı yerlerden biridir yine orasıdır.. Yıldızlaşır ve

billurlaşır zaman. Deniz kenarında uzaklara dalmış rüzgarın

serinliğini çekerken içine; tuzdan pekleşen teninde, onun sıcaklığıdır

dudaklarınızdan taşan. Üç bin yıl öncesi bir Anadolu Tapınağından

diye karşılaştığımız şu satırlar Cevat’ı tarif eder sanki:

Gürültü, patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde

huzur bulunduğunu unutma. O sessizliğin ete kemiğe bürünmüş

halidir yer ocağı . Bütün evrene hakim olan ve yinelenen sessizlik.

Rüzgarla birlikte kulağıma fısıldayan ardıçlar, tatlı bir

gülümseyişle beliriverdi; o geniş boşluktan bu kez zaman. Devingen

güneş, gerilen deri, pörsüyen istek, akşamın alaca serinliğinde

ürperen otların üzerinden sürüklenerek giderken bir kez daha alıp

başımı sığındığım kuytuluktur yer ocağı.

Gülden Mahmud kimdir :1977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir. Şairdir , birçok makale ve kitapları vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir