Yazarlar-Konular

AH BU YILDIZLAR

GİDEREK AZALIYORLAR

Tüm Köy Enstitüsü Mezunlarına Saygı ve Sevgilerimle.

Cumhuriyet tarihimizin kapatılsa da değerinden hiçbir şey kaybetmeyen kurumlarının bence en başında gelir Köy Enstitüsü. On dört yıl gibi kısa bir zaman diliminde yıldız insanlara dönüştürdüğü mezunları ve sergilediği yaşamsal faaliyetlerinin izleri altmış yedi yıl sonra azalmadığı gibi yerine ikâme edilebilecek bir eğitim sistemi ve kurumu konamadığı için gözümüzde, gönlümüzde bu ad devleşti, günümüzün diliyle, markalaştı; unutulmaz ve hâlâ rakipsiz bir üne ulaştı.

Farklılığı bir eğitim kurumu olmasının yanı sıra eğitim sisteminin sadece derslerde işlenecek konular çerçevesinde kalmadığındandır. İnsan gibi insan; Cumhuriyeti’ni ve kurucusunun ilkelerini içselleştiren, önemseyen; öğrendiklerini öğretmek durumunda kalacağını bilerek yükümlülüğünü aslî görev sayan; bu meziyetleri öğrendiği, yüklendiği gibi gittiği yörede sadece öğrencilerine değil, topluma da taşıyan öğretmenler yetiştirmeyi hedefleyen ve hedeflerine uygun mezunları veren bir sistem olduğu için bu üne sahiptir. Yaparak ve yaşayarak yöntemleriyle bu bilgilerin bizzat öğretmenler tarafından hayata geçirilmesini ve sürekliliğini, yaygınlığını sağlayan bir sistem olmasındadır ayrıcalığı. Güneşinin sönmemesinin, gönüllere yerleşmesinin nedeni, toplumsal gelişim, değişim ve devinimi topyekun başarmayı hedefleyecek meziyetlerle donatılan mezunlarının ülkenin “Uyan-Kalk!” borusu olmasındandır. Bu kutsal kurumun kapatılmasının temelinde ülkemizi oturduğu güvenli raydan çıkararak, düşünmeyi, akıl yürütmeyi bilmeyen, egoist, materyalist, duyarsız insanların ülkesi haline getirebilmek amacıyla yürütülen politikalar yatmaktadır. Atatürk ilkelerine karşı çıkan, onları yok ederek eski dehşetengiz yapıya ve kültüre dönmeyi hayal eden kendi içimizdeki bedhahtların doymamış  hırs, öfke ve intikam duyguları bu güzel eserin hile ve desiselerle kapatılmasına neden olmuştur. Onlar ilk yapılacak şeyin eğitim kurumlarını yozlaştırmak olduğunu iyi bilirler. Atatürk ilkeleriyle değil, hurafelerle yetişen, sömürülebilen, güdülebilen insanların biatlarına ihtiyaçları vardır. Güdülmeyi bekleyenlerin yöneticisi olmayı amaçlarlar.

Hüzün, hasret ve esefle yitirilenin ve yitirilmekte olanların ardından bakarım, hayatlarını izlerim, eserlerini okurum, kendime çeki düzen veririm. O güzel insanları görerek tanıyarak o dönemleri dinleyerek haz duymak isterim. Nerede bir Köy Enstitüsü mezunu olduğunu işitsem, iki elim kanda olsa gidip onu ziyaret etmeği, nesli tükense de fosillerinden doğacak olan bu idealist aydın beyinleri, bu çok şeyi bilip aktarırken cimrilik etmeyen, vermekten hoşlanan, almaktan yana olmayan bu insan gibi insanları görme, onlarla sohbet etme onurunu, gururunu yaşamayı isterim. Belki de onların taşıdıkları ideallere en yakın kültürdeki mezunları veren ve bu nedenle ortadan kaldırılan İlk Öğretmen Okulu mezunu olduğum için beni meslektaşları olarak kabul edebilir düşüncesi yatar bilinçaltımda.

Rıza Ayhan öğretmenimizin de köy enstitülü olduğunu kızından duyunca görmek için anında ricada bulundum. Nuran Ayhan arkadaşım bu dileğimi hemen yerine getirdi. Ne iyi etmiş de elini çabuk tutmuş. Annesi Ayşe Ayhan Hanımefendi de emekli ilk okul öğretmeniydi. Dünyalar benim oldu. Hasan Ali Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u, Fakir Baykurt’u, bir başka arkadaşım Çiler’in dedesi rahmetli Fikret Çakıner’i, Ahmet Yamacıyı, Ümit Kaftancıoğlu’nu, Talip Apaydın’ı, sevgili Pakize Türkoğlu’nu ve tanıştığım diğer tüm köy enstitülüleri Rıza ve Ayşe öğretmenimin yanında görecekmişim gibi heyecanlıydım.

Beni kapıda karşıladılar. Ayşe hanım mahçup, dünya güzeli bir genç kadın, Rıza Bey (1931, Bartın – Muratbey Köyü) neşe küpü, hayat dolu, dimdik, yakışıklı mı yakışıklı doksanında bir orta yaş delikanlısı. Sakın mübalağa ettiğimi sanmayın, zaman Mayıs 2021. Covid nedeniyle ben birkaç metre karşılarındaki kanapeye, onlar iki kumru gibi yanyana bir kanapeye oturdular. Şaşkındım. İlgiyle onları dinledim, izledim. Ne güzel insanlar. Rıza öğretmenim, köyünde okul olmadığı için beş kilometre ötedeki Bartın Sarnıç köyü ilk okuluna gitmiş beş yıl. Birleştirilmiş sınıflarda okumuş. Okumayı çok istiyormuş ama II. Dünya Savaşı yılları, dört yıl askerliğin yanı sıra yetişkin erkekleri Zonguldak madenlerinde çalışmaya almışlar, çocuklar ve kadınlar köydeki tarım ve hayvancılık işlerini yürütmek zorunda. Küçük Rıza’nın aklı okumada ama eli mahkum, iki yıl annesine köy işlerinde yardımcı olmuş. Sonra gizlice Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü sınavlarına girip kazanınca, anne yüreği  yavrusunun önünü kesebilir mi? Kendi yüklenir tüm yükü yavrusunun gönlünü kırmaz, önünü kesmez, küçük Rıza  okuluna kavuşur. O okulları, o sistemi götürüp, çorak görünümlü ama hazinesi içinde saklı yerlere dikenlerin, o bölgeleri cennete çevirenlerin yerleri ışıklar içinde olsun. Rıza tüm algılarını dolduran o arzunun aleviyle yutmuş, yüklenmiş idealleri, bilgileri ve ilk okul öğretmeni olmuş.

Bartın Kozcağız – Hasan Kadı Günye İlkokulu; Tasmacı Köyü İlkokulu; Serdaroğlu Köyü İlkokulu; Çaycuma Kokaksu İlkokulu öğretmenlikleri ne yokluklar içinde ne yaratıcılıklarla geçmiş… Özellikli, nitelikli nesil yetiştirilmek istenirse öyle yetiştirilir. Nasıl bir hayranlık duyarım, ne çok imrenirim o yıllardaki düşüncelere ideallere sahip insanlara. Nasıl ekilmiş, nasıl kökleşmiş ki yitmez o idealler, her şeyler ve herkesler yozlaşsa bile.

Ardından, MEB Zonguldak İl Müdürlüğü Sicil Memurluğu; ve Zonguldak Kapuz İlkokulu Müdürlüğü geliyor.

Rıza Ayhan on parmakta on hüner, hem Gazi Orta Öğretmen Okulu’nu hem Eğitim Enstitüsü’nü sınavlara hazırlanarak dışardan bitirmiş, ilköğretim müfettişliği, Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yapmış. Diğer Köy Enstitülüler gibi o kadar çok şey yapmış ki ben dinlerken uyum sağlayamıyordum. Her harf zihnime bir notanın güzelliğinde yerleşiyordu.

Kendi gibi İzmir Kızılçullu Köy Enstititüsü girişli olup, okulları kapanınca Trabzon Beşikdüzü  İlk Öğretmen Okulu’nu 1953-1954 öğretim yılında tamamlayan öğretmen Ayşe Akça ile  aynı yıl Bartın’da evlenmiş. İkisinin de aynı kültürden beslendikleri aynı ideallerle yüklü oldukları her hallerinden anlaşılıyor. Ayşe Hanım bana Han Duvarları’nı ezbere okuyabildiğini söyleyerek okuyor. Hep gülüyorlar, sanki bu kadar olumsuzluklar da bir şey mi der gibi. Hatta bir ara Rıza Ayhan şıkıdım şıkıdım oynadı bir türküyle. O okullarda hergün zorunlu en az bir saat milli oyun çalışmaları vardı. Parmaklarının şaklaması hâlâ kulağımda. Arkadaşım da arada bir yapar bunu, demek babasından öğrenmiş. Evet bu kurumun ve sonraki ilk öğretmen okullarının en önemli derslerinin arasında müzik, beden eğitimi, resim-iş, tarım, ticaret, sağlık, din bilgisi, davranış bilimleriyle, fen bilimleriyle eşit önemdedir. Her öğrenci en az bir enstrümanı mükemmel çalmayı bilmek zorundadır. Aşık Veysel öğretmenlik yapmış bu okullarda. Ahmet Yamacı beş enstrüman çalmayı öğrenmiş. Onlar ağaç diker, yol, hela, okul binası, kara tahta, beyaz tebeşir yapmayı bilir, köy halkı ile sağlıklı iletişimin yollarını ille de bulurlar. Ufka bakın… Ufkumuzu karartanların dünyası kararsın.

Her köy enstitülüde gördüğüm niteliktir huzurlu olmak. Adeta ermişliğin verdiği huzur. Rıza Bey ve Ayşe Hanım’da da bu huzuru görüyordum. Şikayet etmediler hiçbir şeyden, ne ülkedeki yönetimden ne dünyadan ne de sağlıklarından. Yarınlarından bir ürküntüleri yoktu. “Sorunlardan korkmayın, üstüne gidin direnin ve çözmeyi başarın, bilim, bilim, bilimden ayrılmayın,” dedi. “Kuruluş ayarlarına dönülecek, ben göremesem bile siz göz açıp kapayana dek göreceksiniz,” diye öyle güzel cümleleri öylesine pırıl pırıl bir Türkçe ile söylüyordu ki, gözlerimdeki şaşkınlığı gizleyemiyordum. Ayşe Hanım onu onaylıyordu. Spor yapıyor, sosyallikten ödün vermiyorlardı. Oysa felsefesi ve idealleri olmayan gençlerimiz yarınlarından umutsuz, iş bulmak için hangi ülkeye gitsem diyor. Geleceği yorumlayın, sapmayı görün…

Bir süre Zonguldak yöresinde çeşitli görevlerde bulunmuşlar el ele gönül gönüle, Rıza öğretmenim Zonguldak TÖS şubesinin başkanlığını yapmış, TÖS kapanınca öğretmenler lokalini yönetmiş, Zonguldak Atatürkçü Düşünce Derneğinin üyesi olmuş.

Üç çocuğunu okutmak amacıyla İstanbul’a tayinini isteyerek  Büyükçekmece, Pertevniyal ve Özel Darüşşafaka liselerinde edebiyat öğretmenliği yapmış. Büyükçekmece Lisesinde çalışırken öğretmen arkadaşlarıyla birlikte konut sorunlarını çözmek için Sınırlı Sorumlu Öğretmenler Konut Yapı Kooperatifinin kuruluşuna öncülük etmiş, kooperatif başkanı olarak 28 adet konutun a’dan z’ ye tamamlanmasını sağlamış ve üyelere şikayetsiz, eksiksiz teslim etmiş.

Doksan yaşında, beli, sırtı bir milim bile bükülmemiş, bunca işi başarmış, Rıza Bey ile aynı hayranlık uyandıran fiziksel ve zihinsel meziyetleriyle Han Duvarlarını bana okuyan Ayşe Hanım öğrencileri gibi çocuklarını da kendi idealleriyle donatıp okutmuş, kendilerine benzetmişler.

10 Eylül 2021 de 91. yaş gününe girişi kutluyor sevgi yumağı olabilen eşi ve evlatlarıyla. Onlara “Ben yaşamı çok sevdim, siz de çok sevin,” diyor kayda aldıkları videoda. Öyle dinç ve güzel bir ses, nefis güncellikte bir Türkçe ki şaşmamak, hayran kalmamak mümkün değil. Kızı Nuran Ayhan ona “Senin çizdiğin ufuklar bize bu başarıları getirdi,” diyerek Kıtalararası Yüzme Yarışı 60-64 yaş grubunda birinci olarak aldığı altın madalyayı babasına hediye ediyor. Nuran ne mutlu olmuştu bana videoyu dinletirken. Bu aile içinde insan mutlu olmaz mı? İdealler güzel insanları yaratıyor.

Kasım ayı başında yani tanıştığımızdan beş ay, yaş gününden iki ay sonra Rıza Bey kendi ayağı ile kızıyla birlikte içine doğan duygularla yürüyerek, sohbet ederek hastaneye gidiyor. Aklıma Meet Joe Black filmi ve son sahnesinde Anthony Hopkins’in kendi ayağıyla merdivenlerden çıkarak onu öteye götürecek Brad Pitt’in ardından büyük bir tevekkülle gidişi geldi. “Yaşamak istediğim her şeyi yaşadım” dercesine huzurluydu Hopkins. Rıza Ayhan da ayağıyla yürüyerek gittiği hastanede 17 Kasım 2021 günü sadece kalbinin son vuruşunu vurduktan sonra durmasıyla, ışığını gökte bırakarak bize veda etti.

Ahh!.. Son pişmanlık. Evrenden yok olası Covid 19 virüsü. Senin yüzünden onlarla tekrar sohbet edemedim. Üstümde gizlenerek onlara benimle birlikte gelmenden korktum.

17 Kasım günü kimseye yük olmadan bize veda eden Rıza Ayhan Bey köy enstitülerinin ülkemizde ışıklarını bırakarak kayan kaçıncı yıldızıydı acaba, geride kaç yıldız kaldı, Rıza Bey öğretmenim de yok ki bu problemi nasıl çözebileceğimi bana öğretsin. Böylesine güzel bir yapı hangi akla hizmetle bozulabilir bilmiyorum ama şunu biliyorum, yıldızlar bunu hak edenlerdir. Şartlarını zorlayarak okuyan Rıza Ayhan öğretmenimle, onunla idealdaş olan Ayşe Akça Ayhan öğretmenimiz ilkelerinden hiç sapmayan, yollarını bilen yıldızlardır. Işıkları öğrencilerinde topluma yansıyor, yansıyacak. Üstelik onlar birbirlerini bulmuş, seçmiş, altmış yedi yıl birbirleriyle uyum sağlamış şanslı yıldızlardandı. Az kimseye rast gelen ikiz eşini bulma şansı…  

Gönlüme birkaç saat içinde taht kuran ilkeli Rıza Ayhan  dostumun beni meslektaşı gibi  kabul etmesini, ışıklarının her öğrencisinde aydınlatıcılığını sonsuza dek sürdürmesini, Ayşe Ayhan öğretmenimin gönlündeki yerinde huzur içinde olmasını, geride kalan köy enstitüsü mezunu meslektaşlarının ve ailesinin esenlik içinde çok yıllar yaşamasını gönülden dilerim.

Prof. Dr. Şebnem Uralcan: Eğitimciyim. Kendimi bildim bileli okuyor ve yazıyorum. Okul hayatım boyunca çeşitli kompozisyon yarışmalarında derecelerim oldu. Yazdıklarım beğeniliyor diyebilirim. Bazen akademik ödüller alıyorum. Araştırmalar, makale ve bildiriler dışında bilimsel temelli sekiz adet basılmış kitabım var, elimde olan iki kitapla (Nobel Yayınevi için hazırlananlar) on adet olacak. Bazı üniversitelerin ders kitaplarında editörlüğüm de var.

İlk yazılmış haliyle bekleyen dört roman türü kitabım için bir yayınevi ile anlaştım. Deliliğin Büyüsü adlı romanım önümüzdeki ay yayınlanacak. Yazılmış öykülerim ve şiirlerim var. Hayatımın yoğunluğunda yazdıklarımı yayınlatmaya pek önem vermemiştim. Onları yazmak ve benim olduğunu bilmek hazzı yetiyordu. Ne zaman ki Açık Radyo, Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi ile ‘Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor’ başlığı altında bir etkinlik yaptığında, kendimi açıklamadan, Gül Ali mahlası ile gönderdiğim ‘Doğa Gitmiş’ adlı öyküm, radyonun ilgili bölümünde, ilk sırada, Tilbe Saran tarafından seslendirildi, ilgi gördü ve Can Yayınları’nın yayımladığı kitap içinde yer aldı, o zaman başkalarıyla edebi yazılarımı da paylaşma hazzını duymaya başladım. İçimden dökülen sesleri nefesleri tekelimde bırakarak, görücüye çıkarmayarak, haksızlık etmişim. Bundan sonra zamanımın önemli bir bölümünü onlara ayırarak geçmişi telafi etmeğe çalışacağım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir